Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişatı: CHP’ye yargı kıskacı | İktidar savaşları gerçek mi?

16.09.2025 medyascope.tv

16 Eylül 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Profesör Mehmet Altan'la Türkiye'nin gidişatının Eylül yayınını yapıyoruz. Bir yıl olmuş.
Mehmet Altan: Eylül ne güzel bir aydır ya.

Ruşen Çakır: Evet, bir yıl olmuş.
Mehmet Altan: Bir yıl olmuş mu? Öyleyse kutlamamız lazım o zaman.

Ruşen Çakır: Evet, 12. yayın.
Mehmet Altan: Çak çak.

Ruşen Çakır: Evet. Çakalım.
Mehmet Altan: Nasıl geçiyor o zaman ya?

Ruşen Çakır: Evet, bir yıl oldu. Şimdi konuşacak çok şey var ama öncelikle CHP var tabii. CHP'ye bir yargı kuşatması. Şimdi 15'indeki kurultay davasını bekliyorduk. Arada 2 Eylül'de İstanbul'da bir tedbir kararıyla kayyum atanması oldu Gürsel Tekin'in. İstanbul il merkezi karıştı. Polis ablukası vesaire, içeriye alınmadılar. Sadece Gürsel Tekin alındı. Sonra CHP il merkezini Bahçelievler'e taşıdı, şu oldu, bu oldu ve Ankara'yı bekledik. O zaman ne dendi? 2’sinde yapılan operasyon üzerine dendi ki, ‘‘15'inde o zaman kesin mutlak butlan çıkar.’’ Ama 15'inde mutlak butlan çıkmadı, dün itibarıyla ertelendi. 40 gün sonraya ertelendi. Çıkmayacağı anlamına gelmiyor ama o beklenen, insanlar hep böyle kötü senaryoyu satın alıyor ya, "Bunu yaptılarsa onu da yaparlar" beklentisi kırıldı. Şimdi CHP'nin pazar günü bir olağanüstü kurultayı var. İstanbul'da bir başka olağanüstü kongre olacak. CHP kendince bunlara cevap vermeye çalışıyor ama hâlâ ortada bir yargı kıskacı CHP üzerinde var. Ne oluyor?
Mehmet Altan: Şimdi ne oluyor? Tabii ki siyasal iktidar, seçimlerde kendi konumunu riske atacak bir ihtimal istemiyor. Bunu ortadan kaldırmak istiyor. Yani, ne olursa olsun ben iktidarda kalayım. Bu bir. İkincisi, bu siyaset kurumu çürüdü ama çürümemiş gibi yapıyor. Yani bu şaibeli işler yok! Ya, şaibeli işler her yerde var. Türkiye, bu yolsuzluk endeksinde sürekli yere düşüyor ve bu toplum kirleniyor. Aynı zamanda kurumlar da kirleniyor. Ama bunun başında siyaset kurumu var. Yani bu bizim içinde bulunduğumuz bu korkunç süreçten çıkmamız için hem bir hukuk devletine hem demokrasiye dönmemiz lazım. Ama bunu yapacak siyasi partiler. Şimdi bu siyasi partileri ben bu kavgaları bir taraftan da yani ‘‘birilerini tepeleyeyim, iktidarda kalayım’’, aynı zamanda da bir başka kavga var, parti içi iktidar kavgaları, ama bu rejimi dönüştürme üstüne umut veriyor mu vermiyor mu diye izliyorum ve maalesef hukuk titizliği hiçbir partide yok. Mesela bunu söyleyeyim geçeyim. O kadar çok gürültü gelir ya, inşaat gürültüsü gibi yani. Sonunda tecrübeli bir cumhuriyet vatandaşıysan, "Abi, ne çok gürültü yapıyorlar?" dediler. Şimdi mesela büyük bir tartışma zemini, işte ‘‘YSK, olup bitene mahkeme, hangi mahkeme bakar, Asliye Hukuk bakar mı bakamaz mı’’ filan, bunun üstüne günlerce tartıştılar. Hâlbuki Yüksek Seçim Kurulu'nun bu CHP'nin başvurusu üstüne 5 Eylül'de aldığı gerekçeli kararda bir 2006 tarihli içtihattan bahsediyor. Diyor ki: "Abi bizim bakacağımız konular sınırlıdır." Yani ben sana hemen bunu söyleyeyim, ne kadar mesleği hukuk da olsa eğer siyasi bir tarafı varsa o hukuku itip kakabiliyor siyasetçi. Bu da beni korkutuyor. Bak, gerekçede Yüksek Seçim Kurulu'nun 2006 tarihli içtihat hâline gelmiş. Yani ne olmuş? 19 yıl önce bu tartışmaları hiç yapmayacağımız bir içtihat var. ‘‘Gelmiş bir kararında, seçim kurullarının, siyasi partilerin seçimli kongrelerindeki gözetim ve görev yetkisinin, Anayasa'nın 67. ve 79. maddelerinde yazılı milletvekili ve mahalli idareleri seçimleri ile ilgili olarak yönetim ve denetim görevinden farklı olduğu ve seçim kurullarına daha kısıtlı bir gözetim görev ve yetkisi verildiğini açıkça belirtti’’ diyor içtihat. İşte bu ne demek: Asliye Hukuk Mahkemeleri bu işlere bakar. Yani Yüksek Seçim Kurulu sadece seçimin şekil şartlarına bakıyor, iki gün, üç gün, işte bilmem ne filan. Ama akçeli, ıvır zıvır, karışık işler varsa ona Asliye Hukuk Mahkemeleri bakar, diyor, Yüksek Seçim Kurulu'nun son gerekçeli kararı. Şimdi bu, işine gelirse Asliye Hukuk bakabilir, işine gelmezse bakamaz kavgasına döndü. Bu inandırıcılığı götürüyor. Ama İstanbul'un kararı korkunçtu. Sürmekte olan bir davada sanki nihai hâle gelinmiş gibi inanılmaz polisler, molisler, yeni heyet falan, yani hepsi birbirine karıştı. Onun için bir hukuk onuru, hukuk ahlakı, bunu hiçbir şeye yedirmeyen yorumlardan çok uzaklaştık. Burada da siyasetin çok fazla her şeyi belirlediğini, hukuku da her şeyi de belirlediğini gördüm, çünkü yakından izledim. Yüksek Seçim Kurulu ‘‘Ben burada görevli değilim’’ diyor, siyasetçi ve tarafsan ona göre yorum yapıyorsun. O zaman başka bir şeye bakıyorum ben. Ben bir yıl bittiğini bilmiyordum ama sabah bir ufak çalışma yaptım. Nedir? Siyasetin ekonomi politiği. Nedir abi, bu siyasetçilerin derdi ne? Niye bu kadar ağır? Çünkü bu siyasetçiler kavga ediyor, bizim durumumuz düzelmiyor ya. Bunu hep söylüyorum, biz daha da fakirleşiyoruz. Gene işte bugün gözaltılar, şunlar, bunlar, senaryo, senaristler filan. Bizim durum daha kötüye gidiyor. "Nasıl oluyor?" diye baktım. Hep bunu söylüyorum ama ben bunun iktisadi, parasal boyutunu gündeme getirmiyordum. Bu siyasetçilerin kavgasının bir hazine kavgası olmaktan çıkmasını istiyorum ben artık geldiğim yaş ve yaşadığım dönem itibarıyla. Gerçekten bu cumhuriyetin demokratikleşmesi, bu siyasetin bu ekonomi politiğini iyi görmemizle çok bağlantılı. Yani ‘‘çürüdü’’ diyoruz, ‘‘siyaset kurumu demokratikleşsin’’ diyoruz; ama bunun olup olamayacağını anlamak için ekonomi politiğine bakmak lazım. Bak, çok kısaca sana sabah şöyle bir göz gezdirerek çıkardıklarımı söyleyeceğim. Abi bir kere bir hazine yardımı var. 2025 yılında bu partilere ödenen para ne kadar biliyor musun? 5 milyar 68 milyon. Bunu kim ödüyor? Biz. Niye ödüyoruz? Yani parti üyesi ödemiyor. İşte bir sürü şeyler var, tartışmalar falan ama aslında parayı kim veriyorsa patron odur. Parayı devlet veriyor. Bunlar devlet partisi oluyor. Bir kere siyasetçi olarak barajı geçen bir partinin başındaysan hazineden müthiş para alıyorsun.

Ruşen Çakır: Burada bir araya gireyim. Şimdi CHP'de mutlak butlan ilan edilmesi durumunda ve eski genel başkanın, Kemal Kılıçdaroğlu'nun tekrar partinin başına geçmesi durumunda en kritik husus bu para.
Mehmet Altan: Ama hiç konuşmuyorlar.

Ruşen Çakır: Bu parayı kim alacak? Devlet kime verecek?
Mehmet Altan: Ya düşünsene, sen barajı geçen bir partinin başındaysan bir kere inanılmaz bir hazine yardımı alıyorsun. Orada durmuyor, esas şimdi anlatacağım. Ama hiç konuşulmuyor. Niye siyasetçi bunu konuşmuyor, bu para boyutunu? Sırf orada kalmıyor. Daha deşersen üç dört kalem söyleyeceğim. AKP 2 milyar almış, CHP 1 milyar 435, MHP 570, İYİ Parti 548 milyon, DEM de 490. Şimdi şöyle bir son 3 yılda siyasi partilere bizim vergilerden verdiğimiz para 16.3 trilyon. Desteklemediğim partiyi, bilmem ne filan. Ama daha matrak bir şey söyleyeceğim. Bunlara bakarken çok hızlı baktım. Bu siyasi partilere para yardımı hikâyesi 1970'lerde ortaya çıkmış. 1219 sayılı bir kanun çıkartmışlar, siyasi partilere yardım edelim diye. Birisi de gitmiş demiş ki, ‘‘Bu Anayasa'nın 10. maddesine aykırı,’’ bilmem ne filan, Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş. Anayasa Mahkemesi'nin, baktım, sabah okudum, muhteşem bir kararı var. Diyor ki: "Bu siyasi partilere yardım, Anayasa'nın ruhuna aykırı. Bunlar devlet kurumları değil ki. Biz bunlara niye yardım edeceğiz?" diyor. Ve bu 1219 sayılı kanunu iptal ediyor. Çünkü devlet kurumu değil ya. Siyasi parti kuruyorsun, aidatınla vesaire. Ama 12 Mart 1971, o askeri iklim varken bakmışlar ki bu olacak gibi değil, Anayasa'ya ek madde koymuşlar o askeri rejimin çok güçlü olduğu şeyde ve anayasa maddesinin bu ‘‘anayasanın ruhuna aykırı’’ dediği şey o 12 Mart 1971 sonrasında Haziran'ında Anayasa'ya ek madde olarak gelmiş ve mesela üstünde hiç konuşulmayan bir mesele. Şimdi bu ne? Siyasetin ekonomi politiğine devam ediyorum. Bugün akademik yorumları, tezleri okurken de bir paragrafın altını çizdim: "Siyasal partilere devletçe yardım yapılması olumsuz bazı sonuçların doğmasına da yol açmıştır. Öncelikle siyasal alanda bir kartelleşme söz konusu olmuştur." Demin bana hatırlattığını unutma. "Hazine yardımının siyasal partiler açısından hayati bir öneme sahip olması, bir yönüyle yardım alan siyasi partilerin devletleşmesine yol açmıştır. Nitekim parti faaliyetlerinin finansmanının oldukça yüksek meblağlara ulaşması, siyasal partilerin devlet yardımına olan bağımlılığını artırarak yardım alan bazı siyasal partilerin devlet yardımına olan bağımlılığını arttırarak yardım alan bazı siyasal partileri bir süre sonra devletin parçası hâline getirmiştir." Onun için bu siyasetle ilgileniyor vatandaş ama bunları tartışmadan bu siyasetin ekonomi politiğini, kazık yersin ya. Ama bir şekilde başka bir boyutu var, esas boyuta geliyoruz: Kamu İhale Yasası. Abi, devletin toplam harcamaları, sana sade bütçeyi hatırlatayım, 13 trilyon geliri var. Kamu İhale Yasası bir tane yasa. 13 trilyonluk harcamanın dörtte birini bir kanuna dayalı yapıyoruz ve bunun üçte biri belediyelere gidiyor. Şimdi, bu devlet toplam harcamalarının yaklaşık dörtte biri bir tek kanunla yapılıyor ve bu devlet toplam harcamalarının dörtte biri de belediyeler. Orada belediyelerde iktidar olunca, merkezde de iktidar olunca Kamu İhale Yasası'ndan etki, bütün bu şaibe mayibe, akçeli makçeli işlerin ne kadar büyük paraları kontrol ettiğini anlatmak için söylüyorum, bu hiçbir şekilde değişmiyor. Yani bunu siyaset kendine göre değiştiriyor. Ve İhale Yasası'nın 21/B'si var, istediğine kolayca veriyorsun. "Sen iyi bir çocuğa benziyorsun, bak bugün çok uyumlu kravatın filan, 21/B’den gel, sana bir ihale vereyim." Anlıyor musun? Ve daha da korkunç bir şey, AB ile ilişkilerdeki müzakere koşullarında 5 numaralı dosya, ihale, o resmî sitede ortadan kalkmış vaziyette ve hiçbirisi ağzını açmıyor. Ve gelelim en bomba bölümüne.

Ruşen Çakır: Daha da bomba mı?
Mehmet Altan: Evet, daha da bomba. Esas herkesin çok konuşmayı sevdiği bir bomba bu. Şimdi bir maaş hikâyesi var. Şimdi ben sabah kalktım baktım, ya bir avukat ortalama Türkiye'de kaç para alıyor diye, anlıyor musun? kariyer.net'e girdim. Bir yıldan az deneyimi varsa ortalama 54 bin lira, 4-6 yıl civarında bir deneyimi varsa 64 bin, 15 ve üzerinde ise de 92 bin lira ortalama geliri var. Peki iş tutturamayan, dikiş tutturamayan yani ayda 90 bin lirayı alamayacak bir avukat siyaseten bir milletvekili seçilirse kaç para alıyor?

Ruşen Çakır: Kaç para?
Mehmet Altan: 229 bin lira.

Ruşen Çakır: Aylık mı? Bir dakika, milletvekili maaşı o kadar var mı?
Mehmet Altan: Evet, bu sabah baktım. Şimdi evvelden de Bağ-Kur'dan vesaireden mesela avukatın bir yerden bir emekliliği var değil mi? Şimdi 16 bin lira alıyor Bağ-Kur'lular, ama milletvekili olduğun vakit o emeklilik kaç paraya çıkıyor? 150 bin liraya. Ne etti? 379 bin lira.

Ruşen Çakır: Ya bırakalım gidelim, bir partiye girelim.
Mehmet Altan: Tabii ya. Sen bu işlerle… Bak, ben sana anlatıyorum. Peki, şimdi bir milletvekili olursan, avukat üstünden verdiğim için mesela hepsinde bu… Mesela YSK ‘‘ben bakmıyorum’’ diyor, "Aaa bakıyorsun, lehine olursa asliye hukuk bakabilir, aleyhine olursa bilmem ne..." Ayıp ya! Ama meselenin parasal boyutu… Bir de şunu bir hatırlatmak isterim bitirirken. Abi, 229 bin maaş, nereden emekli olursan ol, 16 bin liraya emekli olsan da 150 bin lira da emekli alan milletvekilinin yaşadığı bir ülkede asgari ücret kaç para? 22 bin lira. En düşük emekli maaşı ne? 16 bin lira. Şimdi abi, bu siyaset, neyi konuşuyoruz? Demokrasi kavgası mı, para kavgası mı? Eğer para kavgası değil demokrasi kavgasıysa bu tabloyu başta Kamu İhale Yasası olmak üzere değiştirin yahut da bizim kafamızı ütülemeyin. En azından tecrübeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kandırmaya çalışmayın.

Ruşen Çakır: Peki, o zaman şeye gelelim. MHP ile AK Parti arasında dolayısıyla Bahçeli ile Erdoğan arasında sence bir sorun var mı? Varsa, bu olayın bu dediğin olaylarla da doğrudan bir ilişkisi var mı?
Mehmet Altan: Abi esas para buradan değil ki. Bu, daha mezesi masanın yani. Niye siyasetin ekonomi politiği… Siyasetin finansmanı deyip geçiyoruz. Bu sabah benim 5-10 dakikalık çalışmam bu. Büyük para. Bir de tabii mesela uyuşturucu baronları bu kadar doldu buraya. Hep torbacılar yakalanır; baronlar yakalanıyor, bırakılıyor. İkinci adres Türkiye oluyor. Bilmem kaybolan gemiler falan. Mesela suç ekonomisinin boyutları nedir? Suç ekonomisine kim izin verir? İzin verdiği vakit ne kazanır? Yargı ne yapar? Bu ağ nerelerde örgütlenir? Yani ben sana Türkiye'nin resmî siyasetinin işleyişiyle ilgili bir şey söyledim. Ama şöyle masayı falan büyütmemiz lazım. Suç ekonomisiyle yönetim erki arasındaki ilişkiler nedir? Kolombiya nasıl oldu? Şimdi Venezuela'da adam "canınızı okuyacağım" diyor. O nasıl gelişiyor? İzin veriyorsun da gelişiyor. Mesela 15 Temmuz'dan sonra çıkan ilk yasa Varlık Yasası'ydı, Varlık Barışı. Yani "sen kim olursan ol bana para getir, ben sana hiçbir şey sormayacağım." Ondan sonra Türkiye'de suç ekonomisi, uyuşturucu, şu bu olağanüstü arttı. Peki bu uyuşturucuların nasıl egemen ve hâkim durumlara düştüğü… Kara listeye girdik değil mi? Bilmem ne filan, "çıkacağız" gibi bir çaba, Mehmet Şimşek, şu bu filan. Onlar kaç para? Aynı zamanda ne imkanlar var ya. Araba saltanatı hiç bitmez, lojman, ki bunlar bahşiş bile değil. Şimdi bu imkanları kimse bırakmak istemiyor, milletvekilleri. Ya şimdi mesela televizyonda bakıyorsun ana muhalefeti savunanlar, ulan bütün akrabalar hepsi belediyede. 7. dönem milletvekili… Eski, bu şekilde yıpranmış olan… Bu kadar genç bir nüfus var, yeni beklentileri var insanların. İşte demokrasi, hukuk diyoruz. Yani bir umudu, "rejimi değiştireceğim ve gerçek demokrasiyi getirip halkın zenginleşmesi ve özgürleşmesi üstüne siyaset yapacağım, kurumunu altüst edeceğim" diyen kimse yok. O zaman da ben, at yarışlarını oynar gibi adam beslemek yerine rejimi, bu anlattıklarımı daha genişleterek değiştirecek birisi var mı diye bakıyorum. Öyle bir şey görmüyorum. İnşallah olur. Şimdi bu söylediğinde olağanüstü piyasada… Ya niye herkesin akrabası belediyeye girer? Piyasa diye bir şey var, değil mi? Yarış var, rekabet var, eğitim var. Şimdi devlet aynı zamanda siyasetle uğraşan için istihdam alanı. Yani bizim programı aşan imkanlar var. Şimdi peki sen halktan oy alamıyorsun ama iktidar imkanlarından yararlanmak istiyorsun mevcut Türkiye'de. Bunun anahtarı ne: 50+1. Yani siyasi bir parti seçimleri eğer %35'le kazanıyorsa başka birisine ihtiyacı yok. Birisi bir şey ayarladı. Hiçbir zaman seçim kazanamayacak ama seçim kazanmayı kendisine mecbur edecek bir kara kutu, 50+1'le siyasi AKP'yi aldı.

Ruşen Çakır: Şimdi onu bilmeyenlere bir hatırlatalım. Cumhurbaşkanı seçilmek için oyların %50+1’ini alman lazım ve bunu da hiç kimse tek başına en azından şu aşamada yapamıyor bir süredir.
Mehmet Altan: Niye yapamıyor? Çünkü…

Ruşen Çakır: O çok büyük bir güç gerektiriyor yani.
Mehmet Altan: Kim yaptı onu, 50+1'i?

Ruşen Çakır: İşte şey yaptı.
Mehmet Altan: Kim yararlanıyor? AKP'nin muhtaç oldukları. Yani bugün şimdi kavga ediyorlar; emniyet mi, yargı mı, bürokrasi mi, ordu mu, asker mi filan. Kiminle kavga ediyorsun ya? Eğer 50+1 olmasa bir şekilde "ben olmadan sen tek başına gelemezsin" diyen ve hiçbir zaman tek başına iktidara gelemeyecek, eski anlayışın da uzantısı olan bir odak nasıl bu kadar rahat olabilir?

Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle bir husus var, en önemli husus; daha 50+1 yokken, 2015 Haziran seçimleri sonrasında AK Parti tek başına iktidara gelemedi. Normal olarak orada bir koalisyon kurulması gerekiyordu ve Bahçeli o koalisyon ihtimalini, muhalefetin koalisyon ihtimalini sabote etti.
Mehmet Altan: Ne yaşadı Türkiye? Muazzam bir...

Ruşen Çakır: Sonra acayip bir şey yaşadı ve Kasım'da seçime girdi, AK Parti aldı. Orada da aynı şey vardı.
Mehmet Altan: Çok iyi hatırlattın.
Ruşen Çakır: Orada da aynı husus vardı.
Mehmet Altan: 50+1’in AKP'ye yaramadığı çok açık. Kimlere yaradığı da çok açık. Şimdi yavaş yavaş bu bir kavgaya, itişmeye, kakışmaya dönüşüyor. Biz bunu nereden görüyoruz? En çok yargı üstünden görüyoruz. Şimdi de Kürt meselesiyle de ilgili herhâlde bir bacağı var bunun.

Ruşen Çakır: Evet.
Mehmet Altan: Ve aynı zamanda Türkiye'nin dış politikasında Avrasyacılık eskisine oranla çok fazla ortadan kayboldu, ama içerideki en azından numaradan bir nefes alma imkânıyla bu dış politika arasında da bir çelişki var. Aynı zamanda 50+1, AKP'nin zemini büyümüyor. Yani sen beraber kol kola tutuşup zor yürüyerek 50+1’i yakalıyorsun gibi görünüyor ama zeminin gittikçe daralıyor. Çünkü korkunç bir sefalet var, baskı var. Bununla nasıl seçim kazanacaksın ya?

Ruşen Çakır: Şimdi zaten son kamuoyu yoklamalarında baktığımız zaman AK Parti+MHP'nin oyu %40 civarı.
Mehmet Altan: Ha, şimdi o zaman ne yapacak? Bir de tabii şeyi unutmamak lazım; Cumhurbaşkanı bir yerden dönüşte ‘‘50+1'i bir gözden geçirmek lazım" filan deyince bir gürültüler oldu. Bir daha ne oldu o laf?

Ruşen Çakır: Birkaç kez onu söyledi.
Mehmet Altan: Ne oldu sonra o laf?

Ruşen Çakır: Hâlâ o askıda ama AK Parti onu değiştirmek için, uzun zamandır anayasa değişikliği yapmak için çalışıyor.
Mehmet Altan: Belki de bu yumuşama, CHP'ye gitme meselesi, yeni bir ortak bulma, yani CHP ve Kürt siyasetiyle ilgili yeni bir ortam oluşturma ama oradan iktidarı garanti etme falan gibi hesaplar da vardı. Yani Türkiye bugünkü hâliyle gidemez, hep söyleyip duruyoruz. Ama bunun kilidi, yani bu ağır baskıyı ve sefaleti nispeten değiştirecek, ben gerçek değiştirecek bir adam arıyorum. Sen siyaset sevdiğin için siyaset konuşuyorum. Yani, ‘‘Makyaj yapıp görüntüyü rahatlatacak bir arantıyla acaba seçimi kazanabilir miyim?’’ fikri de var AKP'de. İlk başa geri döndüğü vakit oyları artıyordu. Neden? Çünkü reçete Avrupa Birliği reçetesiydi. Bak hiçbirisi Kamu İhale Yasası'nı AB standardına getirmiyor. Ben Cumhuriyet Halk Partisi'ne sürekli söylüyorum, "Kardeşim, inandırıcı olmak için belediyelerde AB standardında Kamu İhale Yasası uygulayın." Ama rant yoksa niye siyaset yapsınlar? Siyasetçi öyle bakıyor. Bu siyasetin işi rant edinme değil, ikbal değil. Ekonomi olarak 17. sıradayız. Niye demokrasi endeksinde, hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye’yi ilk 10’a sokmak senin hedefin değil? Çünkü umuru değil. O orta sınıf yahut serbest zanaatkâr, işte avukat olsa anlatıyorum sana ya, alacağı para, en baba, 15 sene, çok iyi filan. Şimdi bir öyle söylüyorlar, bir böyle söylüyorlar. Düşün, YSK kendisi "bakmam" diyor, bunlar "bakacaksın bakacaksın" diye bağırıyorlar. Eğer lehine bakarsa da "bakabilirsin" falan. Bu ayıp bir şey ya. Şimdi o 99 bin lira alacak en babası, ki alması kolay değil. Milletvekili oluyor, genel başkan yardımcısı oluyor, bilmem ne. Hem bunları böyle oynuyor, gidiyor, geliyor, bilmem ne yapıyor, ek işler alıyor hem de 229 bin lira maaş alıyor. Şimdi onun derdi ‘‘Ya Kamu İhale Yasası'nı değiştirelim, şaibe olmasın, Türkiye'de demokrasi bilmem ne olsun. 17. ekonomiyiz, hukukun üstünlüğü’’ filan, böyle bir amaç hedef yok.

Ruşen Çakır: AK Parti iktidarının tarihine baktığımız zaman değişik dönemlerde değişik müttefikleri oldu Erdoğan'ın. Bir dönem çok ciddi bir şekilde liberaller de destek verdi, Avrupa da destek verdi, hatta İsrail bile destek verdi bir dönem. Daha sonra öne çıkan müttefik Fethullahçılar oldu. Şimdi de yaklaşık 10 senedir MHP ve Devlet Bahçeli.
Mehmet Altan: Aslında bu kırılma, İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu'nun "Biz liberallerle yolumuzu ayırıyoruz, bizim çünkü farklı bir projemiz var" demesiyle, benim de Star’ın başyazarlığından ayrılmamla 2011'de başlar. Bir gün ciddi akademik olarak dönüp baktıklarında bunu görecekler. Neymiş sizin farklı projeniz? İşte ne olduğu anlaşıldı. Bir de korkunç bir laf: "Kopenhag Kriterleri yerine Ankara Kriterleriyle yola devam." Bak, Ankara Kriterleri Türkiye'yi nereye getirdi? Yani demokratlar, özgürlükçüler, liberaller desteklediğinde patron Avrupa Birliği reformlarıydı. O zaman büyük bir başarı sağladı. Bu iş 2011'den sonra başka bir yere gitmeye başladı.

Ruşen Çakır: Senin ayrıldığın, ayrılmak zorunda kaldığın Star gazetesini yönetenler de sonra ayrılmak zorunda kaldı.
Mehmet Altan: İlk başta bir uyarı aldılar onlar o dönemin başbakanından. Çünkü Müslüman bilmem ülkeler topluluğu filan. Ya bunun, zenginleşmenin reçetesi bellidir. Yani üretkenlik, verimlilik, inovasyon. ‘‘Bunun ırkla, dinle alakası yoktur. Öyle istediğiniz yere gidemezsiniz. Bu mantıklı bir ifade de değil, eylem de değil’’ diye yazdığım için bir problem oldu. Ama biraz daha idare ettiler beni, sonra bir şekilde yollar ayrıldı. Ama dönüp baktığında aslında Türkiye'de Avrupa Birliği reformlarını yaptığı, kendi programına ihanet etmediği vakit, ki 2011'e kadarki durumu bellidir, sonrası bellidir. Bu önemli bir ayrım.

Ruşen Çakır: Peki şimdi yaklaşık 10 yıldır süren bu ittifakın, demin sen biraz bahsettin de onu tekrar daha somut sorayım, bitme ve yeni müttefik arama ihtimali Erdoğan için olabilir mi? Yeni müttefik kim olabilir?
Mehmet Altan: Olmaz olur mu? Onların bir şekilde tek derdi varsa iktidardan gitmemek. Böyle bir siyaset yok ya. Yani "ben iktidardan gitmeyeyim" diye siyaset yaparsan bütün kuralları bozarsın, suç işlersin. Yani insanlar siyasete girerler, başarılı olurlarsa iktidarda kalırlar, seçim kazanırlar, olmazlarsa düşerler, sonra yeniden yenilerlerse kendilerini yeniden olurlar. Süleyman Demirel seviniyordu; "Yedi kere gittim, altı kere geldim" falan filan diye. Şimdi böyle "ben ne olursa olsun iktidar olayım." Neden? Demin anlattım sana bu ekonomi politiğini. ‘‘Para olsun, suç işlediysem yargılanmayayım.’’ Böyle bir siyaset anlayışı yok. Bunu zaten ilke hâline, amaç, hedef hâline getirdiğin vakit orada ne hukuk kalıyor, ne demokrasi kalıyor, ne refah kalıyor, ne özgürlük kalıyor. Ve sabah akşam biz siyaset konuşuyoruz. "Nedir lan bu gürültü?" diye baktığında bu. Yani onun için "siyasetten gitmeyeyim" dediğin vakit şeytanla da ittifak kurarsın. Kim olabilir diye baktığında, acaba yeniden o ilk baştaki daha samimi, kendi programıyla yürüyen… Esas ne diyordu? Usta. Usta kimdi o zaman? Usta AB’ydi. "Usta, çırak" bilmem ne filan bir ayrım vardı. Usta AB’ydi. Sonra çırak ‘‘usta oldum’’ dediği vakit bu işler altüst oldu. Şimdi, ‘‘Yeniden acaba oralara dönebilir miyiz? O iklimi yaratabilir miyiz? İşte Kürtlerle acaba ben birinci elden anlaşabilir miyim? Birileri benim yanıma gelir mi?’’ falan gibi bir arantı da olabilir. ‘‘Ama ilk önce Anayasa'nın şu maddelerini uygulayın da AİHM ve AYM kararlarını uygulamadan bu pazarlık hâlinde dursun,’’ bu güven vermiyor bana. Onun için Cumhuriyet Halk Partisi’nde şimdi aydınlar tekrardan ‘‘Çok bunaldık, bezdik, yorulduk. Bu bir gitsin, sonra bakarız" yapıyorlar ya. Ben öyle bir şey demiyorum. Ben abi gerçekten bu değişecekse sonuna kadar ne imkânım varsa destekleyeyim; ama adam desteklemeyeyim ben. Yani ben sahiden o ilk baştaki usta, o AB reformlarının fiilen tıkır tıkır işlendiğini görürsem destekleyeyim. Yani adam destekleyerek aynı rejimde de başımız belaya girer.

Ruşen Çakır: Mesaj alınmıştır. Kapatalım mı dükkanı?
Mehmet Altan: Ya, ne kapatacağız? Daha bir yıl oldu. ‘‘Reji, senden 3 dakika rica ediyorum’’ falan diyorlar.

Ruşen Çakır: So what?
Mehmet Altan: Kapatalım, peki.

Ruşen Çakır: Sana ‘‘Kızılcık Şerbeti’’ soracağım ama izlemiyormuşsun.
Mehmet Altan: Abi, AİHM kararı var, Handyside kararı var. Ondan sonra ‘‘senin her canını sıkan adam benim canımı sıktı’’ dediği vakit ölçü sen değilsin. Ölçü siyasal iktidar değil. Ölçü Avrupa Birliği'ndeki fikir özgürlüğü. O da çok net. Seni şoke eden, hakaret olmayacak, şiddet olmayacak. ‘‘Hop! Ne dedin sen?’’ dedirtecek düşünce, fikir, yorum da bir şekilde fikir özgürlüğünün sınırları içindedir. 1976'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin aldığı Handyside kararı, ‘‘Avrupa'da fikir özgürlüğünün sınırları nedir?’’ dediğin vakit bunun sınırları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 76, yani kaç yıl önce aldığı Handyside kararıdır. Niye uygulamıyorlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını, AYM kararlarını? Çünkü o zaman keyfi olamıyorsun. Keyfi olamayınca ne oluyor? Rant olmuyor. Bu siyasetin ekonomi politiğini biraz geliştirerek insanlar siyasete bakarlarsa siyasetin kendileriyle ilgili değil, o ranttan yararlananların meselesi olduğunu daha iyi görürler.

Ruşen Çakır: Neyse, birinci yıl programından aldığım mesaj, "Bırak bu işleri, vekil ol" diyorsun. "Beni kim alır?" diyorum ben de.
Mehmet Altan: Avukat örneği çok güzel ama değil mi?

Ruşen Çakır: Evet. Ama bir de avukat var, avukat var. Mesela ne biçim para kazanan avukat var.
Mehmet Altan: Tabii tabii. Neydi o, sigara kaçakçılığı, görüntüde medya, onlarla ilişkiler çok güçlü, onun uzandığı yerler. Şimdi aynı zamanda bir taraftan da bu kirlenmenin siyasal iktidarın kendi içindeki unsurları ne? Ona buna akıl öğretmeye kalkan heriflerin bir bakıyorsun, bir sürü iddialar. Aylık aldığı, bilmem danışmanlık, yok bilmem neyin ortağı, yok onun için İstanbul'u aradı falan. Yani birebir kendi içlerinde deşifre ettiklerinde de korkunç bir kirlenme var. Bu kirlenmeyi de taşıyamaz siyasal iktidar. Temizlenir gibi yapma, en azından yapma mecburiyetinde.

Ruşen Çakır: Sizi çok saf gördüm bugün.
Mehmet Altan: Ben hep safım, hep safım. Şimdi herkes diyor, ya sen şimdi siyaset… İşte Marx "Kapital"i yazınca "evladım" demiş annesi, "biraz bunun kendisinden nasiplenseydin ya". Onlar da şöyle "Aptal bu" diye bakıyorlar. ‘‘Aklı fikri bu insanların hak edilmemiş hazine paraları, siyasetin ekonomi politiği’’ filan. ‘‘Ahbaplık edeceğine işte oraya gir, bilmem ne, adam destekle, onun için televizyona çık bilmem ne de.’’ Yüksek Seçim Kurulu'nun ‘‘ben bakamıyorum’’ dediği şeye ‘‘hayır bakarsın bilmem ne,’’ eğer lehine olursa ‘‘asliye hukuk bakabilir de.’’ Sürekli militanlık yap falan. Bu hazineye çökmenin parçası olmaya gerek yok ya. Ayıp.

Ruşen Çakır: Evet, Türkiye'nin gidişatını noktalıyoruz. Mehmet Altan'a çok teşekkür ediyorum.
Mehmet Altan: Ben teşekkür ediyorum.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize de çok teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
21.09.2025 AK Parti’de yaprak dökümü: İl başkanları niçin istifa ediyor?
20.09.2025 İmamoğlu “muhtar bile olamaz” mı?
19.09.2025 Ali Erbaş’ı nasıl bilirdiniz?
18.09.2025 CHP’yi neden bölemiyorlar?
17.09.2025 Cemaatlerin ipiyle kuyuya inilir mi?
16.09.2025 Hafta Başı (50): Kurultay davası ertelendi: CHP'nin gidişatı
16.09.2025 İslam Özkan ile söyleşi: Gazze’nin yalnızlığı sürüyor
16.09.2025 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişatı: CHP’ye yargı kıskacı | İktidar savaşları gerçek mi?
16.09.2025 Bahçeli’nin “yeni bir paralel yapı” uyarısı ne anlama geliyor?
15.09.2025 Edgar Şar ile söyleşi: İktidar rejim değişikliği projesini rafa mı kaldırdı?
21.09.2025 AK Parti’de yaprak dökümü: İl başkanları niçin istifa ediyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı